30 Eylül 2010 Perşembe

Cejna Zimanê Kurdî - Kürt Dil Bayramı



Cejna Zimanê Kurdî

Ji bo her gelî nirxên pîroz hene. Ziman yek ji van nirxan e ku hebûna gel bi xwe ye. Netewe dikarin bi zimanê xwe hebûna xwe biparêzin û bi vî rengî xwe mayînde bikin.

Dagirkerên ku xwestine neteweyekê ji holê rakin pêşî qedexe danîne ser zimanê wan.

Gelê kurd di teveka dîroka xwe de bi dagirkeriyê re rû bi rû maye lê ji ber ku xwedî zimanekî dewlemen u xwedî bingeheke qewînin nikaribun vê daxwaziya xwe bênin cih.

Gelê kurd bi parastina zimanê xwe, xwe jî parastiye. Neteweya kurd hebûna xwe deyndarî zimanê xwe ye.

Di jiyana her gelî de roj û cejnên taybet hene. Ji van cejnan hin jê cejnên olî ne, hin jî cejnên neteweyî ne. Di jiyana gelê Kurd de jî 15'ê Gulanê roja Cejna Zimanê Kurdî ye.

Ev roj wekî cejneke neteweyî ji aliyê gelê Kurd ve tê pîrozkirin. Sedem ku 15'ê Gulanê roja derketina kovara HAWAR'ê ye, ev roj wekî roja Cejna Zimanê Kurdî hatiye diyarkirin.

Her çiqas hin derdor 14'ê Gulanê wekî roja Cejna Zimanê Kurdî bibînin jî, tu wateyeke 14'ê Gulanê ji bo zimanê kurdî tune ye û gelê kurd vê rojê wekî roja cejna zimanê xwe nabîne.

Ez bang li hemû Gelê Kurd dikin ku îsal ji her salê bêtir di navbera 15-22'ê Gulanê de beşdarî çalakiyên Cejna zimanê Kurdî bibin û têkoşîna parastin û pêşxistina zimanû xwe bigihînin lûtkeya herî jor.

Roj roja xwedîlêderketina zimanê kurdî ye

Roj roja bilindkirina têkoşîna parastin û pêşxistina zimanê Kurdî ye û roj roja bilindkirina têkoşîna azadiya zimanê Kurdî ye.
Em ji niha ve 15'ê gulanê Cejna zimanê Kurdî li hemû gelê xwe pîroz dikin û hemû gelê xwe vedixwînin pîrozbahiyên Cejna Zimanê Kurdî...XELÎL.

4 Eylül 2010 Cumartesi

Kürtlerin İslamlaşma Süreci ve Kürt Sahabeler



Dinde zorlama yoktur. Doğruluk ile sapıklık

Birbirinden kesin olarak ayrılmıştır. Kim tağutu

Azgınlığı reddederek Allaha inanırsa kopması söz
Konusu olmayan, sapasaglam bir kulpa yapışmıştır.
Hiç kuşkusuz Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir.
Bakara 286



Cihâd: 'Cehd' veya 'cühd' kökünden türeyen 'cihad', Kur'an'ın anahtar kavramlarından biridir. Cihad kelimesi Kur'an'da farklı formlarda kırk bir yerde geçer. Cehd veya cühd, kararlı ve şuurlu bir şekilde gayret etmek, zorluklara karşı çaba göstermek, çalışmak gibi anlamlara gelir. Aynı kökten türeyen 'cihad veya mücahede' sözlükte, düşmanın saldırısına karşı koymak üzere elinden geleni yapmak, bütün gayreti harcamak demektir.


Kelimenin sözlük anlamından da anlaşıldığı gibi 'cihad' bir saldırı değil, olabilecek bir saldırıya karşı yapılan savunmadır. Bu saldırıyı savabilmek üzere çaba göstermek, çalışmaktır.
İslam'ın cihad felsefesi, toplumları köleleştirmek için değil, köleliği ortadan kaldırmak, kula kulluğu önlemek adına gerçekleştirilen bir eylemdir. İddia edile geldiği gibi İslam'ın cihad felsefesi sömürgecilerin ki gibi olsaydı, İslam ordularının fethettikleri ülkeleri talan etmeleri yanında, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini de sömürmeleri gerekirdi. Ama Müslümanlar, fethettikleri ülkelere adalet, özgürlük, eğitim, sanat ve ekonomik anlamda kalkınma götürmüştür. Tarihsel gerçekliğe baktığımızda İslami hayat felsefesi, genel anlamda toplulukların dillerini, tarihlerini ve kültürlerini koruma altına almış; özellikle de Kürd dili ve kültürü İslam'la korunmuştur.
Fetih: Açma, yol gösterme, genişletme, hüküm verme, galibiyet ve zafere ulaşma anlamlarına gelir. Fetih İslam'ın temel kavramlarından biridir. Müslümanlara mahsus bir durumu ifade eder. Başka milletlerin işgal, istila, sömürge gibi çeşitli anlamalara gelen kavramları kullanmalarına karşılık Kur'an'ın fetih kavramını kullanması çok manidardır. 


Fetih'in mantığı ve işgalin mantığı arasında %100 zıtlık vardır. Birinin mantığı, kan, gözyaşı ve esaret üzerine kuruluyken, diğerinin mantığı Adalet, Özgürlük ve Bağımsızlık üzerine kuruludur. Fetih, silah zoruyla kazanılabilinecekbir olgu olmaktan ziyade bireyin ve toplumların kendini güzele yönelik inşa etmesiyle son bulan bir gerçekliktir.Ortadoğu'nun büyük bir bölümü Roma ve Sasanilerin sömürgesinin altındayken İslami fetihler sayesinde Ortadoğu halkları özgürlüklerine kavuşmuşlardır. 


İslami fetihler sonucu sömürgecilerin zulmünden kurtulan toplumlar, elde ettikleri özgürlükler sayesinde Dil, Tarih, Siyaset ve Edebiyat alanlarında büyük mesafeler kat etmişlerdir.
İşgal kavramı üzerine düşünüldüğünde emperyalistlerin işgal ettikleri toplumlarda görülen karakteristik özellikler genelde birbirlerine benzerler, bu özelliklerden bazıları şunlardır.
1. İşgal altındaki halkın güven sorunu yaşaması ve dahi kendi kendilerine olan güvenlerini yitirmeleri.
2. Geleceğe dair umutsuzluk duygusu ve karamsarlık algısının yerleşmesi.
3. Aşağılık kompleksine kapılıp kendi değer yargılarının dahi artık ciddi bir anlam ifade etmemesi.
4. İşgal altındaki toplumlarda zülüm görenler açısından zulmün doğallık kazanıp, alışkanlık haline gelmesi. 


İslami fetihler açısından düşünüldüğünde bu saydığımız özelliklerin hiçbiri İslam ordularının fethettikleri toplumlarda görülmemiştir. Fetih öncesi dönemde toplumda var olan bu olumsuzluklar, fetihlerden sonra yaşanan yoğun çabanın ardından giderilmiştir.
İsmail Beşikçinin deyimiyle, sömürgecilerin sömürdükleri toplumlara uyguladıkları yöntem, “böl, parçala, yönet” iken; üçüncü dünya sömürgecilerinde bu durum, “böl, parçala, yok et” mantığına dönüşür. İşgal ve sömürge mantığıyla, fetih mantığı arasındaki farklılık açıkça ortadadır. İslam, toplumların farklı yapısını Allah'ın yaratma zenginlikleri olarak değerlendirmektedir ve bu zenginliklerin korunması, İslam'ı hayat nizamı olarak kabul edenlerin öncelikli görevleri arasında yer almaktadır/almalıdır. 


“O'nun delillerinden biri de, göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin ayrı ayrı olmasıdır. Şüphesiz bunda, bilenler için ibretler vardır.” (RUM SURESİ 22)
Müslüman fertler, Kur'an'i bakış açısının getirisi olarak bu alemdeki yaşamın bir imtihan olduğunun farkında olarak yaşamını sürdürür. Bu imtihanın gerçeklerinden biri de toplumların dilleri ve renklerinin farklılığıdır. Müslüman birey bu farklılığı yaratıcının, yaratmasının bir zenginliği olarak algılar. Nitekim yine Kur'an'ın emrettiği gibi dillerimizin ve renklerimizin farklılığı, bir üstünlük aracı olarak asla değerlendirilemez. Farklı dillere ve renklere sahip olmamızın nedenlerinden biride, yaratıcının ifadesiyle birbirimizi tanımamıza aracı olmasıdır, bunların üstünlük aracı olarak kullanılması tevhidi ilkelere aykırılık arz eder.
Kürtlerin İslamlaşma Sürecini iki başlık altında inceleyebiliriz. Birincisi bireysel olarak Müslüman olan Kürt sahabeler, ikincisi fetih hareketleri neticesinde Müslüman olan Kürtler. 


Kürt Sahabeler
Kürtlerin İslamlaşma süreci, Hz. peygamber döneminde bireysel olarak Müslüman olan Kürtlerle başlar. Siyasal ve politik kaygıların zaman zaman dinin önüne geçtiği bir hakikattir. Ne yazık ki siyasal nedenlerin doğurduğu ambargoya maruz kalan sahabelerden biride Caban el kürdi oğlu Meymun el kürdi ve Zozan isminde bir bayan sahabe'dir. 


Caban el kürdi isimli sahabe, Hz. peygamber zamanında Müslüman olan ilk Kürtlerdendir. Ne hikmetse İslami kaynaklarda caban el kürdi caban el surdi olarak değiştirilmiştir. Bunun nedenleri sorulduğunda alınan klasik cevaplar hazır ve tekdüzedir; ya bir yazım hatası, ya da basım hatası diye geçiştirilmiştir. Maalesef günümüzde birçok dini yayınevi ve matbaalar İslam'ı ve İslami değerleri kendi politik çıkarlarına kurban etmekten çekinmemişlerdir. Türkler, Araplar ve Farslar, İslam'ı kabul ederken kendi İslam öncesi din ve geleneklerinin bir bölümünü de İslamlaştırmışlardır. Mısırlı yazar Dr. Fehmi Şinavi, “İslam Ümmetinin Yetimleri Kürtler” isimli kitabında şöyle der: “Araplar, Farslar ve Türkler, İslam'ı kendi devlet siyasetlerine sürekli kurban etmişlerdir ama Kürtlerin, İslam'ı kurban edecekleri bir devletleri olmadığından dolayı Kürtlerdeki İslam algılayışı diğerlerinkinden daha durudur.” 


Hz peygamber'in şu meşhur hadisini rivayet eden sahabe Caban el kürdi'dir. “Sizlere iki ağır ve paha biçilmez emanet bırakıyorum: Kitabullah ve Siretimdir. Bu ikisi asla birbirinden ayrılmaz ve Havzada birlikte bana gelirler'' hadisini, Caban el Kürdi'den sonra yaşayan Tirmizi, Cabir b. Abdullah'tan nakletmiştir. 


Caban el Kürdi Bazen bölgesine atanan ilk validir. Aynı zamanda İslam tarihinde ilk olarak atanan valilerdendir. 


Hafız el-Heysemî'nin -Taberanî'den (el-Mucemu'l-Evsat,13/471-şamile) aktararak- bildirdiğine göre, Ebu Hulde şöyle demiştir: “Bir gün Meymun el-Kürdî ile birlikte Malik b. Dinar'ın yanında idik. Malik(Meymun el-Kürdî'yı kast ederek): 'Şeyh neden babasından bir şey anlatmıyor. (sonra kendisine dönerek): Biliyorsun, senin baban Hz. Peygamber(a.s.m)'i görmüş, ondan hadis duymuş bir kimsedir.' Meymun el-Kürdî cevap olarak şöyle dedi: 'Babam, birşey fazla veya eksik söyleyecek korkusuyla bize Hz. Peygamber(a.s.m)'den pek fazla bir şey anlatmaz ve Resulullah'dan “Kim bilerek yalan yere bana bir söz uydurursa, cehennemdeki yerine hazırlansın” hadisini işittiğini, bunun için hadis rivayet etmekten çekindiğini, söylerdi” (bk. Taberanî, el-Mucemu'l-Evsat). Heysemî, bu rivayetin sıhhatine hükmetmiştir (bk. Mecmau'z-Zevaid, 1/148).
Taberanî de el-Mucemu's-Sağir ve el-Mucamu'l-Evsat adlı eserlerinde kaydettiği bir hadis rivayetinde “Meymun el-Kurdî”nin adını zikretmiştir. Söz konusu hadisi, Meymun el-kurdî babasından(Ebu Meymun Câbân) o da Hz. Peygamber(a.s.m)'den nakletmiştir. Taberanî, Ebu Meymun'un Hz. Peygamber (a.s.m)'den yalnız bu hadisi rivayet ettiğini de bildirmiştir (el-mucemu's-sağir, 1/114; el-Evsat, 4/380-şamile). Hafız el-Heysemî, bu rivayet zincirindeki bütün adamların sika/sağlam olduklarını söylemiştir (bk. Mecmauz'Zevaid, 4/132).
Kürtlerin İslamlaşma süreciyle ilgili bir çok spekülatif bilgi, Kürt Tarihi kitaplarında geçmektedir. Bu bilgilerin çoğu modernist Kürt aydınlarının İslam'a karşı olan önyargılarından kaynaklanmaktadır. Kürdistan tarihi kitaplarında iddia edildiği gibi İslam orduları ve Kürtler iki ayrı güç olarak tarih sahnesinde birbiriyle hiç karşılaşmamışlardır. 


Bunun en önemli nedenlerinden biri, Kürtler o tarihte zaten Bizans ve Pers imparatorluklarının sömürgesi altındadır. Sömürge konumunda olan Kürtler, Sasani ve Bizans imparatorluğun katıldığı savaşlara gönüllü değil zorunlu katılmışlar, zorunlu olarak katıldıkları savaşlarda Bizans ve Sasani'ler adına İslam ordularıyla savaşmışlardır. İddia edilenlerin aksine, İslam orduları aynı zamanda Kürtleri sömürgeleştiren Bizans ve Sasani imparatorluklarıyla savaşmıştır.
Kürtlerin ilk olarak İslam ordularıyla karşılaşmaları, Kadisiye savaşına denk gelmektedir. Kadisiye savaşı, Müslümanlar ile Sasani imparatorluğu arasında gerçekleşen bir savaştır. Sasaniler İslam ordularıyla karşılaştıklarında askerlerinin ayaklarını iplerle sıkı sıkıya bağlayarak askerlerinin kaçmasını engellemeye çalıştılar. Aslında bu teknik, savaş meydanlarında sayıca az olan orduların sayıca çok olan ordulara karşı başvurdukları bir yöntemdir ama Sasaniler, İslam ordularından sayıca çok daha fazla olmalarına rağmen böyle bir yönteme başvurmuşlardır. Sasanilerin sömürgeleştirdikleri topluluklara uyguladıkları sosyal, siyasal ve ekonomik baskıların doruğa çıktığı bir dönemde gerçekleşen bu savaş, İslam ordularının galibiyetiyle sonuçlanmıştır.
İslam öncesi dönemde, Kürtlere karşı gerçekleştirilen katliamlara bir göz atacak olursak karşılaşacağımız tablonun ne kadar vahim olduğunu anlayacağız. Kürdistan'ı kendi egemenlikleri altına almak için sayısız seferler yapan Roma ve Sasani imparatorluluklarının, Kürdistan coğrafyasını defalarca yağmalayıp katliamdan geçirdikleri bilinmektedir. Bu bölge tarihinde birçok kez karşılıklı olarak yağmalandı, yakılıp yıkıldı. Amid(Diyarbekir), Nisebin(Nusaybin), Farkîn (Silvan), Urfa(Riha) gibi önemli kentler bir çok kez el değiştirdi ve halk katliamlar yaşadı. Amid, Diyarbekir kenti 359 yılında 73 günlük bir kuşatmadan sonra ele geçirilince, kent halkı kılıçtan geçirildi ve bir bölümü de esir edildi. Yine hükümdarları Kavad'ın komutasında 502 yılında Amid'i kuşatıp ele geçiren İranlıların 80,000 kişiyi öldürdükleri belirtilmekte. Romalılarında yaptıkları bundan farklı değildi. Bir keresinde bir Romalı komutan, 12 yaşından büyük bütün erkeklerin öldürülmesi emrini vermiştir. Bir başka sefer Xerzan (Siirt) yöresinde 70,000 kişiyi tutsak edilip götürülmüştür. Ayrıca bölge 4. yüzyılın sonlarında Ak hunların saldırısına uğramış ve ciddi bir yağmaya maruz kalmıştır. 


Tarihten günümüze Kürdistan'ın yeraltı ve yer üstü zenginlikleri emperyalistlerin iştahını sürekli kabartmıştır. Kürdistan coğrafyasında gerçekleştirilen emperyalist bölüşümün yarattığı sarsıntılar ve yıkım, İslam ordularıyla gelen kısmi adaletin ve fıtri özgürlüğün yarattığı insani yaşamla kıyaslanamaz bile. İslamlaşma süreciyle elde edinilen kazanımlar, birkaç yüzyıl içinde Kürd'lerin tarih sahnesine tekrar çıkmalarına ve Mezopotamya'ya damgalarını vurmalarına neden olmuştur.
Bu şartların yaşandığı bir Kurdistan'da, İslam orduları tarafından kaldırılan Roma ve Sasani zulmü aşikârken, İslam Ordularının Kurdistan'ı işgal ettiklerini iddia etmek ve Kürtlerin, Müslümanlar tarafından katliamdan geçirildiği iddiasında bulunanların elinde sadece Süleymaniye'de bir deri parçasının üzerine yazılı bir beyitten başka bir şey yoktur. Bu şiirin hangi tarihte ve kim tarafından yazıldığına dair hiçbir bilgi söz konusu değilken Roma ve Sasani'lerin yaptığı vahşetleri Müslümanlara mal etmek ne kadar insafla örtüşür. Bahsi geçmişken o şiirin Türkçesini de verelim: 


“Hürmüz gahlar virane oldu, ateşler söndü
Büyük büyükler saklandılar
Sitemkâr Araplar her tarafı harap ettiler
Hatta şehri zora yetiştiler

Kadınlar kızları esir götürdüler

Azad erkekleri kana boyadılar
Zerdeştin ayini sahipsiz kaldı
Hürmüz kimseye yardım etmedi.” 


Gerek Romalıların, gerekse Sasanilerin, hem kendi aralarında yaptıkları savaşlarda hem de nüfuz alanlarını genişletebilmeleri adına yaptıkları savaşlarda, kurbanları sürekli Kürtler olmuştur. Kürtler başkalarının savaşlarının mağduru ve kurbanları olmuşlardır. İslam, Kürtlerin asırlık acılarına son vermiştir. İslam orduları, Roma ve Sasani İmparatorluğunun sömürgesindeki Kürdistan bölgelerine girdiğinde Kürdlerden İslam ordularına karşı hiçbir saldırıya rastlanılmaz. Amid, Meyafarkin, Merdin, Hakkâri, Wan ve birçok Kürdistan şehri İslam ordularına direnmeden teslim olmuşlardır. Kürdistan'ın birçok şehirleri savaşsız bir şekilde, sulh yoluyla İslam ordularının egemenliği altına girmişlerdir.


KAYNAKÇA:

K. Burkay: Kürtler ve Kürdistan
E. Xemgîn: Kürdistan Tarihi
H.K. Ece: Kur'an'ın Temel Kavramları
A. Demir: İslamın anadoluya girişi