13 Kasım 2010 Cumartesi

Yalnız Müzikten Anlayan Müziği de Anlamamıştır... - Mehmet ATLI


Benden müziğim üzerine bir yazı yazmam istendi.Bu, balığa denizi sormak gibi bir şey, diye iddialı bir laf etmeyeceğim. Ama, biraz da böyledir, diyeceğim. Yalnız müzik için değil, her tür insanî faaliyet için teori ve pratiğin iki ayrı bilgi alanı, iki farklı metodoloji ve disiplin, farklı kavramsal araçlar ve muhakemeler, farklı beceriler, velhasıl iki ayrı dünya tanımladığını belirtmek isterim her şeyden önce. Bir şeyi yapmak başka, yapılan üzerine fikir üretip konuşmak, yazmak başka bir şeydir desem, çok bilinen ama unutulan bir gerçeği hatırlatmış olurum sadece. Bu ikisini lâyıkıyla bir arada yapabilen özel donanımda insanlar da var mutlaka. Ben onlardan biri değilim.Ama bu böyle diye müzik üzerine hiç bir şey konuşamam denemez. Söz konusu olan kendi müziğim (kendi müziğim diye bir şey varsa tabii) olunca bir tutukluk yaşıyorum. Bunu ben yapmamalıyım diye düşünerek. Çünkü bana göre artık dünyanın her yerinde olduğu gibi Kürtlerin de eleştiri, analiz gibi alanlarda yol alması gerekiyor. Gerçekten, elinde saz şarkı söyleyen, elinde kalem şiir yazan, elinde kamera film çeken insan sayısına göre bu konularda sadece fikir üretmeyi, koleksiyonerliği ya da arşivciliği, analiz ve kritik gibi alanları seçmiş; bunu iş edinmiş, bu işten gocunmayan, bunun değerinin bilincinde insan sayısının bu kadar az olması, üzerinde düşünmeye değer, dahası, aşılması gereken bir olgudur.

Benimle yapılan çeşitli söyleşilerde bu konu üzerinde durdum aslında. Örneğin 2006 yılında Adem Yavuzla yeniperspektif.com için yaptığımız söyleşide şunları söylemişim:“Eleştiri her şeyden önce modern bir tavır ve modern dünyaya özgü bir kategori. Pek çok alanda olduğu gibi eleştiri alanında da daha yeni yeni bir kültürün oluşmaya başladığını söyleyebilirim. Bu eksiklik, bizim tarihsel ‘gecikmişliğimizle’ ve Ortadoğulu kimliğimizle mutlaka ilgili. Tanpınar'ın sözleriyle söylersem; nasıl bir geleneğimiz olduğundan çok bizim gelenekle nasıl bir ilişki kurduğumuz daha önemli. İlişkiyi önemseyen bir bakış, daha dinamik bir kavrayış ve tartışma alanı açacaktır önümüze. Yoksa diğer türlü, geçmişi dondurup hayranlıkla izleriz. Öte yandan, ‘bir ulus inşa etme’ problemi olan her topluluk güçlü bir geçmiş ve gelenek iddiasını canlı tutmak zorunda. Fakat bunu, resmi söylem kurucularına bırakmak ve evet, güncel sorunlarımıza bakmak zorundayız.Müzisyenlik gibi hayatla canlı bağları olan bir alanda yeni üretimleri ve geçmişle kurulan zengin ilişkileri önemsiyorum. Geleneksel mirası hoyratça tüketen kolaycılığı değil. Tüm bunlar eleştiri disiplininin ele alabileceği geniş tartışma olanakları açıyor önümüze. Kürtler arasında hala bir müzik yayıncılığının olmayışı, müzik eleştirmeninin bulunmayışı, elinde saz şarkı söyleyen insan sayısına oranla müzik üzerine düşünen ve yazan bu kadar az sayıda insanın oluşu, sözlü kültür alanından bir türlü yazının dünyasına geçemeyişimizle de ilgili diye düşünüyorum. Bir de şunu unutmamak gerek: henüz müzisyenleri ya da yazarları besleyecek bir sanat piyasası dahi oluşmamışken eleştirmenlik kurumunun var olabileceği koşullar neredeyse yok. Bu koşulların oluşması sanatın pratik ve teorik bilgi alanlarında uğraşmayı profesyonel meslek olarak seçmeyi ve böyle geçinebilecek bir piyasayı gereksiniyor. Yavaş yavaş bu koşullara yaklaştığımızı seziyorum. Bir de şu var: Geçmiş herkese eşit uzaklıkta ve değeri konusunda herkes mutabık. Bugünü tartışmaya başlamak, taraf olmak demek. Bundan kaçınıyoruz sanki.

”Bugün de aşağı yukarı aynı noktadayım. Bu yüzden, müzik yayıncılığıyla ilgili gelişmeleri önemsiyor ve bu derginin çıkmasında emeği geçen herkesi kutluyorum. Daha önce söylediğim şeyleri tekrar etme pahasına da olsa, bu ilk sayıda olmak istememin nedeni, önemsediğim bu çabanın yanında olduğumu hissettirmek istemem.Bu uzun girizgâhtan sonra konuya dönersem; “müziğim” hakkında konuşamasam da müzikle kurduğum ilişki üzerine bir şeyler söylemek isterim. Harcadığım bunca mesaiye ve iyi kötü para kazanmama rağmen ben müzikte hala amatör sayılırım. Geçimimi hala büyük oranda başka bir işten sağlıyorum. Bu, ne içinde ne dışında, hem içinde hem dışında olma hali beni ne kadar yıpratsa da müziğim için hayırlı sonuçları oldu diyebilirim. Bana istemediğim sahnelere çıkmama, gereksiz yere çok albüm yapmama, benden istenen sözleri değil içimden gelen sözleri ve sesleri duyurma gibi özgürlükler ve seçme şansı sağladı, sağlıyor. Kürtçenin trajik hikayesi düşünülürse başka şansım da yoktu. Ya piyasada bir yer arayacak ya da başka bir işten geçim sağlayıp sevdiğim işi fazla yıpratmamaya, onla kurduğum ilişkiyi fazla zedelememeye çalışacaktım. İkincisini seçtim ya da seçmek zorunda kaldım. Öte yandan, bunun cesaretsizlikle de bir ilgisi olduğunu teslim ediyorum.Kürt müziğinin temel problemi Kürtlerin temel probleminden bağımsız değil: Özgürlük. Dolayısıyla benim müzik hayatımda da en belirleyici temel sorun Kürtçenin ve Kürtlerin özgürlüğü sorunu. Kürt sanatçıların bir an önce dünyadaki diğer meslektaşlarının sahip bulunduğu asgari koşulları elde etmek gibi bir sorunu vardır. Bu sorun, Kürt müziği ile Kürt siyasetinin kesiştiği noktayı ifade eder. Burada Kürt müziğinin ikinci temel sorunu belirir: Kürt sanatının siyasetten bağımsızlaşması problemi.Siyaset-sanat ilişkileri her çağda ve her coğrafyada netameli bir konudur. Bu konudaki kişisel fikrim, sanatın kendi özgül düzleminde, kendi araçları, kendi ifade biçimleri içinde kalmak kaydıyla, sanatçının tamamen özgür vicdanî ve fikrî kanaatleri ile düşünüp, davranıp sanat icra eylemesi yönündedir. Kürt sanatı artık kendi gündemlerini oluşturabilmeli, kendi ayaklarının üzerinde durabilecek bir piyasaya ve icra özgürlüğüne kavuşmalıdır. Siyasetin buradaki rolü, sanata ve sanatçıya bu özgürlükleri sağlayacak ortamı hazırlamak için mücadele etmekle sınırlı olmalıdır.

Bu, sanatçıların kendi siyasi görüşleri, duruşları ya da faaliyetleri olmayacağı ya da olmaması gerektiği anlamına gelmez. Tam aksine, toplumsal her olgu gibi sanatın da siyasal bir yönü vardır ve sanatı büsbütün bireysel bir faaliyet olarak görmediğimi vurgulamama gerek bile olmamalı. Birçok sanatçının günlük bir gazete dahi okumadığı koşullarda, asgari düzeyde politik ilgileri olan bir camiaya özlem duyan, bunun kıymetini gayet iyi bilen biri olarak söylüyorum bunları. Ne var ki, yine Kürtçenin ve Kürtlerin yaşadığı trajik modern tarih, dünyanın pek çok ülkesinde aşılmış, artık modası geçtiği ya da böyle bir gündem olmadığı için konuşulmasına bile gerek duyulmayan bu gibi konuları bizim için hâlâ canlı, güncel problemler kılmakta.

Bize özgü bu sorunları aşmak ve dünyanın diğer kültürleriyle canlı, zengin, yaratıcı ilişkiler kurmak birinci önceliğimiz olmalıdır. Kağıt üstünde kolay gibi görünen bu hedefin kişisel olarak benim için de, mensubu olduğum Kürt sanat camiası için de henüz hayal olduğunun bilincindeyim. Ama vizyonumuz bu olmalı diyorum.“Yalnız müzikten anlayan müziği de anlamamıştır” diye bir söz okuduğumu hatırlıyorum. Bu, hayatıma yön veren bir ilke oldu. O kadar yön verdi ki neredeyse müziğe zaman ayıramaz oldum! Şaka bir yana, gerçekten vaktimin çoğunu geçim telaşı, aile ve eş-dost ilişkileri, gazete ve kitap okumak, olanca sosyalliği ile hayat alıyor yani. Müzik ise bu hayatın bir parçası sadece. Bu övünülecek bir durum değil ama şunu söylemek istiyorum; müzik ya da genel olarak sanat, geniş bir kültürel evrenden, hayatın kendisinden beslenmek durumunda. Steril ortamlarda çok konsantre bir sanat hayatı bana ne sıcak ne de insanî geldi. Bu konuda yanılıyor ya da çok tembel davranıyor da olabilirim doğrusu.Benden bu yazı için fotoğraf istendiğinde aşağıdaki fotoğraf geldi aklıma. Müzisyenlik maceramızla ilgili fikir verdiği için. Yıl 1984 olmalı. Galatasaraylı olduğum zamanlar...Ablam naylondan bir 5 numara dikmiş sırtıma...Abim beni Diyarbakır’ın o yaz sıcağında, Bağlar’daki evimizin damına çıkarıp sazla bir fotoğrafımı çekmiş. Nedense, damın orta yerinde duran bir sandalyede ve çizgili pijamamla...35 yaşıma geldiğim şu yılda müziğe hevesli Kürt çocukları, gençleri artık daha iyi şartlarda yetişsin istiyorum. Onlara bırakacağımız mirası önemsiyorum.

Bir de şu var, her olgu gibi sanatın ve sanatçının kendisi de tarihseldir. Yani tarih denen deryanın belli bir dilimiyle ilgilidir. Sizden öncesi ve sizden sonrası vardır. Hiç bir sözü, hiç bir sesi yerçekimsiz bir boşluğa söylemezsiniz. Bir sanatçı için hürmet ettiği, kulak verip kendine rol modeli olarak seçtiği sanatçılar çok önemlidir. Bunların bilincine varan bir sanatçı bir nebze olsun şişkin egosunu sınırlayabilir. Ben izinden yürümeye çalıştığım ustalarla onur duyuyorum.Nizamettin Ariçler, Şivan Perwerler, Aram Tigran ve Ciwan Hacolarla… Metin Kahraman, Serdar Keskin ve Kerem Gerdenzerîler, Livaneli ve Ahmet Kayalarla... Ne kadar lâyık olabilirim bilemem, ama kimlere kulak verdiğiniz çok önemlidir, bunu söylemek isterim.

 Sınırlarının ve imkânlarının farkında olmaya çalışarak…
Geçmişle gelecek arasındaki bu süreklilik içinde kendine özgü bir renk olabilmek...
Bizden sonrakilere daha iyi koşullar sağlamak için uğraş vermek.
E, birazcık daha konforlu bir hayat tabii…
Müzik adına tüm çabam bunlardan ibaret.


MEHMET ATLI ( Do-jin Müzik Dergisi için Yazdığı Yazıdır. )